Mehmet Altaş (KÖŞE YAZISI) DEVRİM KANUNLARININ YÜZÜNCÜ YILINDA ATATÜRK DEVRİMLERİ - Tekirdağ Canlı HaberTekirdağ Canlı Haber

18 Mayıs 2024 - 22:05

Mehmet Altaş (KÖŞE YAZISI) DEVRİM KANUNLARININ YÜZÜNCÜ YILINDA ATATÜRK DEVRİMLERİ

reklam
Mehmet Altaş (KÖŞE YAZISI) DEVRİM KANUNLARININ YÜZÜNCÜ YILINDA ATATÜRK DEVRİMLERİ
Son Güncelleme :

03 Mayıs 2024 - 14:10

150 views
reklam -->

Mazhar Müfit’in güncesindeki tarih 7-8 Temmuz 1919. Erzurum Kongresinin toplanmasına daha nerede ise daha iki hafta var. O gece sigarasının üst üste içtikten sonra Mustafa Kemal söze şöyle başlıyor. “ Bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu.” Sonra yaz diye devam etti.

“Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bu bir.

İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.

Üç: Tesettür kalkacaktır.

Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.

Beş: Latin harfleri kabul edilecektir.”

Mazhar Müfit sözünü kesip.”Paşam kafi, kafi” der ve birazda hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan tavrıyla “Cumhuriyet ilanında başarılı olalım da üst tarafı yeter.” diye ekler. Kurtuluştan sonra ki yıllar, Mazhar Müfit’e “Kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?” diyecektir.                  

Lider kimdir? Lideri lider yapan nedir? Sorularının yanıtlarını bu güncede bulabiliriz. “Liderlik insanları hayal ettikleri hedefleri gerçekleştirmek için etkileyerek bir araya getirmek sanatıdır.”¹                                                          

“TÜRKİYE DEVLETİ BİR CUMHURİYETTİR”

AA Arşivi’ndeki bültene göre, Meclis, 29 Ekim 1923 Pazartesi saat 18.00’de İsmet İnönü başkanlığında toplandı. Anayasa Komisyonu tarafından sunulan ve anayasa değişikliğini içeren teklif acilen görüşülmesi için gündeme kaydedildi.

Görüşe sunulan tasarıda şu hükümler yer aldı:

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Ulusal işlerin fiili idarenin yönetim şekli halka dayanmaktadır. Türkiye Devleti bir cumhuriyettir.

Türkiye Devleti’nin dini İslam, resmi dili Türkçedir.

Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, Genel Kurulun toplantısında bir yasama dönemi süresi için kendi üyeleri arasında Millet Meclisi tarafından seçilir. Cumhurbaşkanı görevini halefi seçilene kadar sürdürür. Geçmiş başkan yeniden seçilebilir.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Türk Devleti’nin başıdır. Bu sıfatıyla gerekli gördüğü zaman, Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulunun başkanlığını yapar.

Kurul Başkanı, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri arasından seçilir. Diğer bakanlar yine milletvekilleri arasında, Kurul Başkanı tarafından seçilir. Kurulun listesi Büyük Millet Meclisinin onayına, Cumhurbaşkanı tarafından sunulur.”

Cumhuriyetin ilanından ardından cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Yapılan gizli oylamada 158 milletvekilinin tamamının oyunu alan Gazi Mustafa Kemal, TBMM tarafından yeni Türk devletinin ilk cumhurbaşkanı seçildi.²

 Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal; İsmet Paşa’yı köşke davet eder. Genel durum hakkında Bakanlıklara incelemeler yaptırmış, Türkiye’nin röntgenini çektirmiştir.  Sevgili Paşam der;”Cumhuriyetin ilk Başbakanı olarak seni görevlendiriyorum. “                             

İsmet Paşa İzmir’e gidemediği, bir bebek bekleyen eşinin yanında olamadığı için çok üzülüyordu. Bir Mektupla neden gelemediğini bildirdi.

“Dört yılda, adım adım, nice zahmetler ve canlar pahasına ulaştığımız Cumhuriyet, henüz fidan halinde büyüyüp kökleşinceye kadar onu özenle, titizlikle korumak hepimizin boynuna borçtur. Bana önerilen yeni görevi bu nedenle reddetmek elimden gelmedi. Burada uygun bir ev bulmaya çalışıyorum. İlk fırsatta yine birlikte olacağımızı ümid ederek…”

Gazi Latife Hanımla konuşur. Yeni görevi dolayısıyla ismet Paşa şerefine bazı yakın dostlarının ve eşlerinin çağrıldığı bir akşam yemeği vermekle yetindi. Yemekte Mazhar Müfit Bey, Süreyye Yiğit, Hüsrev Gerede gibi Erzurum ve Sivas günleri arkadaşlarıda bulunur. Gazi” Dört-beş yıl önce, Erzurum’da iken Mazhar Müfit Beye geleceğe ait bazı düşüncelerimi yazdırmıştım.” Dedi.

Mazhar Müfit Beye döndü. “Doğru mu?” M.Müfit Bey mahcup bir yüzle , “Evet Paşam, doğru..” dedi. “Zaferden sonra  Cumhuriyeti ilan edeceğini not ettirdiniz. Zafer de, Cumhuriyet hepimizin istediği şeylerdi. Bunlara itiraz edilemezdi.  Ama sonra başka şeyler söylediniz. Bence hepsi olamayacak heveslerdi. Sizi hayalcilikle suçlayarak odadan çıktım.”

Biri heyecanla sordu. “ Neydi bunlar?” Gazi Paşa güldü: “Hepsini sırası geldikçe açıklayacağım. Ama şunu söylemeliyim. Zafer de, Cumhuriyet de o tarihte bir çokları için hayal bile değildi. İkisi de gerçek oldu. Ben daha önce de Cumhuriyet sözcüğünü kullanmadan ‘yeni idare’ diyordum. Kurtuluşu yeni idarede görüyordum. Kazım Paşaya, Sofya’ya giderken istasyonda yeni idare deyimi ile Cumhuriyeti kastettiğimi söylemiştim. “

Kazım Özalp Paşa “Evet” dedi heyecanla. “1913’te” “Öteki düşünceleri de birlikte gerçekleştireceğimize inanıyorum. Hepsi milli egemenlikle, çağdaşlıkla. Uygarlıkla, kurtuluşla halkın esenliği ile, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuzluğa ve mutluluğu ile ilgili özlemler, tasarılar. Bir daha yenilmemek, sömürge olmamak, ikinci sınıf millet muamelesi görmemek, eşit olmamak, başı dik gezmek, halkı uyandırmak, kalkındırmak, kimseye ezdirmemek, çağı paylaşmak, uygarlığa katılmak amacıyla düşünülmüş şeyler. Çoğunun sizin de özlemleriniz olduğunu sanıyorum.”

Sonra konuyu eğitim sorununa kaydırdı. “ Şimdi de yeni insan diyorum. Geleceği kuracak, yaşatacak, yüceltecek akıllı, azimli, bilgili, yurtesver, özerk, çalışkan yeni insanı yetiştirmemiz şart.” “3”

SALTANATIN KALDIRILMASI (1 KASIM 1922)

Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında kurulan (23 Nisan 1920) Türkiye Büyük Millet Meclisi, halktan kopuk Osmanlı yönetiminin yanında, halkın içinden seçilen temsilcileriyle;halk iradesinin gerçek temsilcisi olmuş, iyice eskimiş ve yıpranmış kişisel saltanatsa, TBMM’yi, yani ulusun egemenliğini tanımamasının yanı sıra, Sevr Antlaşması’nı imzalamış, düşmanla işbirliği yapıp,çıkarttığı Ayaklanmalarla Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı engellemeye çalışmıştı. 23Nisan 1920’den başlayarak ulusal egemenliğe dayalı devletin kurulmasıyla kişisel saltanata kalkmış gözüyle bakan Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri’nin Lozan Barış Konferansı’na Ankara Hükümetinin yanı sıra Osmanlı Hükümeti temsilcileri de çağırmaları üstüne, 1 Kasım 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmada ulus’un akla aykırı olduğunu belirterek, saltanatın kaldırılmasını istedi. Milletvekillerinin ateşli konuşmalarla Atatürk’ü desteklemelerinden sonra, saltanatın İstanbul’un işgal tarihinden (16 Mart 1920) başlayarak kalkmış olduğu oybirliğiyle kabul edildi. Saltanatın kaldırılmasıyla Padişahlık sıfatı kalkan Mehmet VI Vahdettin de, 17 Kasım günü İngiliz Komutanlığına başvurarak, bir İngiliz zırhlısıyla İstanbul’dan ayrıldı.                                                                          

CUMHURİYETİN İLANI (29 EKİM 1923)

Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Barış Antlaşması’nın ardından TBMM’de en çok tartışılan konulardan biri, yeni devletin niteliği sorunuydu. Kendisi bir hükümet olan TBMM’nin ayrı bir hükümeti ve bu hükümeti yönetecek bir başbakanın bulunmaması, meclis içinden bakanların seçiminde adayların gerekli oyu sağlamakta güçlük çekmeleri, sürekli sorunlara yol açmaktaydı. 27 Ekim 1923’te Ali Fethi (Okyar) Bey başkanlığındaki hükümetin istifası ve Cumhuriyet Halk Partisi grubunun yeni hükümet listesi üstünde anlaşmaya varamaması üzerine, Atatürk 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak sorunun gerçek çözümüyle ilgili düşüncesini açıkladı ve İsmet İnönü’yle o gece, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırladı. Ertesi gün TBMM, yapılan işin; çoktan doğmuş olan çocuğun adını koymak; olduğunun milletvekillerine açıklanmasından sonra, saat 20.30’da Anayasa değişikliğini kabul ederek cumhuriyeti ilan etti ve oybirliğiyle alınan bu karardan sonra cumhurbaşkanı seçimine geçerek, gene oybirliğiyle Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olarak seçti.      

HALİFELİĞİN KALDIRILMASI (3 MART 1924)

Saltanatın kaldırılmasından ve Mehmet VI Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılmasından sonra, TBMM’nin 18 Kasım 1922’de halife seçmiş olduğu Abdülmecit Efendi, eski rejim yanlılarının tek umudu haline gelmiş, bundan güç alan Abdülmecit Efendi de, yeniden törenler düzenlemeye, demeçler vermeye bazı İslam ülkelerinin kendisine bağlılık bildirmeleri üzerine, İslam dünyasının önderi tavrı takınmaya başlamıştı. Bu durumun yeni kurulmuş cumhuriyet yönetimi için tehlikeli olabileceğini kavrayan Atatürk, İzmir’deki ordu tatbikatları sırasında ordu komutanlarına hilafetin kaldırılması konusunda düşüncesini açıklayıp, yasanın meclis gündemine getirilmesini kararlaştırdı. 1 Mart 1924’teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924’tarihinde  kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ilerde saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.

 1924’te kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ilerde saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.

MEDENİ KANUNUN KABULÜ (17 ŞUBAT 1926)

Osmanlı İmparatorluğu döneminde hukuk işleri din kurallarına göre yönetilmekte olduğundan, çağdaş toplumlar düzeyine erişmek isteyen Türk toplumunun temel gereksinmelerinin, söz konusu hukuk yapısıyla karşılanamayacağı anlaşılmıştı. Tanzimat Dönemi’nde hazırlanan Mecelle, bazı yenilikler getirmekle birlikte, kişilerin hak ve borçları, aile kurumu, işleyişi ve sona ermesi, mülkiyet ilişkileri, miras sorunları, kiralama, satın alma, ödünç verme, vb. ilişkiler açısından, gerçek bir Medeni Kanun sayılamazdı. Bu nedenle İsviçre Medeni Kanunu örmek alınarak hazırlanan Medeni Kanun, 17 Şubat 1926’da TBMM’de kabul edilerek, yürürlüğe kondu. Bunu, öbür temel yasalar ile, ceza hukuku alanındaki boşlukları gideren Ceza Kanunu’nun kabul edilip (1 Mart 1926) yürürlüğe konması izledi.

TARİKATLARIN KALDIRILMASI, TEKKE VE ZAVİYEYERİN KAPATILMASI (30 KASIM 1925)

Başlangıçta yalnızca din konularıyla ilgilenen, farklı düşünce sistemleri geliştirerek taraftarlarını çoğaltmaya çalışan tarikatlar, zaman içinde siyasal olaylarda etkili rol oynamaya, çıkarları tehlikeye düştükçe halkı ayaklandırmaya koyulmuşlardı. Bu etkinliklerini cumhuriyetin ilanından sonra da sürdürmeye kalkışmaları ve Menemen Olayı, Şeyh Sait Ayaklanması gibi şeriattan yana ayaklanmalara yol açmaları üstüne ‘Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz. Türkiye Cumhuriyeti her alanda doğru yolu gösterecek, uyaracak güçtedir. Biz uygarlığın bilim ve fenninden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız’ diyen Atatürk’ün sözleri ışığında harekete geçilerek, 30 Kasım 1925’te çıkarılan yasayla tekkeler ve zaviyeler kapatıldı.

LAİKLİĞİN KABULÜ (1928-1937)

Saltanatın kaldırılması, hilafetin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılarak yalnızca din işleriyle uğraşacak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, tarikat ve zaviyelerin kapatılması aşamalarından geçen laikliğin tam anlamıyla yasal tabana oturtulması için, 1924 Anayasası’nda yeralan Türkiye devletinin dini İslam’dır deyimini tartışmaya koyulan TBMM, 10 Nisan 1928’de Anayasa’nın ikinci maddesini değiştirip, 16. ve 38. maddeler gereğince milletvekilleri ile cumhurbaşkanının antiçerken söylemek zorunda oldukları vallahi sözcüğünü maddelerden çıkardı. Ayrıca, 26. maddedeki ahkamı şeriyenin tenfizi (şeriat hükümlerinin yürütülmesi) sözcükleri de Anayasa’dan çıkarıldı. İnananların ibadetlerini kendi dilleriyle yapmalarını doğal bir hak olarak gören Mustafa Kemal’in, aydın din adamlarıyla yaptığı görüşmelerden sonra, 3 Şubat 1928’de hutbelerin Türkçe okunmasının kabul edilmesini, dualar ve ezanın Türkçeye çevrilmesi çalışmaları izledi. 5 Şubat 1937’de Anayasa’nın ikinci maddesinde laiklik ilkesine yer verilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olduğunun yazılmasıyla, laiklik devrimi tamamlanmış oldu.

KADIN HAKLARININ TANINMASI (1930-1933 VE 1934)

Osmanlı toplumunda hemen hiçbir toplumsal ve siyasal hakkı bulunmayan kadınlara Medeni Kanun’la bazı haklar tanınmış olmakla birlikte, siyasal haklar açısından bir değişiklik yapılmamıştı. Atatürk’ün girişimiyle kadınların iktisadi ve siyasal yaşama katılmaları yönünde bir dizi değişiklik yapılarak, 1930’da belediye seçimlerinde seçme, 1933’te çıkarılan Köy Kanunu’yla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934’te Anayasa’da yapılan bir değişiklikle de milletvekili seçme ve seçilme haklarının tanınmasıyla, Türk kadını o yıllarda Avrupa devletlerinin çoğundaki kadınlardan daha ileri haklar elde etti ve çok geçmeden toplumda erkeklerin çalıştığı her alanda yerini aldı.

ŞAPKA VE KIYAFET KANUNU (25 KASIM 1925)

Ülke halkını her alanda çağdaş ve uygar düzeye çıkarabilmek için değişiklikler tasarlarken, dış görünüşüyle de bunu vurgulaması gerektiğine inanan Mustafa Kemal’in, 25 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya yaptığı bir gezide başına şapka giyip, ‘Buna şapka derler’; diye halkı şapka giymeye özendirmesinden sonra, 25 Kasım 1925’te Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun çıkarılıp, dinsel giysilerle sokakta gezilmesi yasaklandı.

TAKVİM, SAAT VE ÖLÇÜLERDE DEĞİŞİKLİK (1925 VE 1931)

Cumhuriyet döneminden önce Batı uluslarından ayrı takvim, saat, sayı ve ölçülerin kullanılması, hafta tatillerinin cuma günü olması, takvimin başlangıcı olarak Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç ettiği tarih olan 622 yılının alınması (hicri takvim), sayı olarak eski sayıları, ölçü olarak da okka, dirhem, arşın, endaze, vb. ölçülerin kullanılması, Türk toplumu ile Batı toplumları arasındaki ilişkilerde büyük karışıklık ve güçlüklere yol açmaktaydı. 26 Aralık 1925’te miladi takvimin kabul edilip, alaturka saat yerine Batı’da kullanılan alafranga saatin kabul edilmesiyle, 23 Mart 1931’de çıkarılan yasayla da gram, kilogram, ton, metre, kilometre gibi ölçülerin benimsenmesiyle, bir yandan Batı ülkeleriyle ilişkiler kolaylaştırılırken, bir yandan da yurdun her yerinde tutarlı bir ölçü ve ağırlık düzeni kurulmuş oldu.

SOYADI YASASININ KABULÜ (21 HAZİRAN 1934)

Soyadı bulunmamasının günlük yaşamda yarattığı güçlük ve karışıklıkların önünene geçmek amacıyla 21 Haziran 1934’te çıkarılan yasayla, her Türk kendine uygun bir soyadı almakla yükümlü kılındı. 24 Kasım 1934’te çıkarılan bir yasayla da TBMM Mustafa Kemal’e Atatürk soyadını verdi. Aynı yıl çıkarılan bir başka yasayla ayrıcalıkları belirten eski unvanların yasaklanmasıyla, yasalar önünde eşitlik ilkesinin gerçekleştirilmesinde önemli bir adım atılmış oldu.

EĞİTİM VE ÖĞRETİM DEVRİMİ (3 MART 1924)

Osmanlı toplumundaki medreseler ile iptidai, rüştiye, idadi türünde okulların toplumun gereksinme duyduğu elemanları yetiştirme açısından özellikle sayı bakımından yetersiz kaldığını gözleyen, eğitimin önemini yaptığı konuşmalarda sık sık vurgulayanAtatürk’ün yol göstericiliği altında TBMM, eğitim ve öğretim işlerini Milli Eğitim Bakanlığı’na verip, 3 Mart 1924’te çıkardığı Öğretimin Birleştirilmesi yasasıyla, mahalle mektepleri ve medreseleri kaldırdı. Anadolu’nun çeşitli kentlerinde meslek okulları, teknik okullar, öğretmen okulları, ortaokul ve liseler açılırken, çıkarılan Üniversiteler Kanunu’yla Darülfünun kaldırılıp, yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu

HARF DEVRİMİ (1 KASIM 1928)

Öğrenilmesi son derece güç olan Arap abecesinin okuryazar sayısının artmasını engellediğini, ayrıca Türkçe sesleri dile getirmede güçsüz kaldığını anlayan Atatürk’ün, 1926’dan başlayarak yaptırdığı araştırmalar sonucunda, Türkçe’nin yapısına en uygun abece olduğuna karar verilen Latin abecesi alınıp, yeniden düzenlenerek, 1 Kasım 1928’de çıkarılanTürk Harfleri Hakkında Kanun’la yürürlüğe kondu ve Atatürk’ün kendisinin de katıldığı yaygınlaştırma çalışmaları sonucunda, kısa süre içinde benimsendi.

DİL DEVRİMİ (12 TEMMUZ 1932)

Osmanlılar döneminde aydınların büyük ölçüde Farsça ve Arapça sözcük ve dilbilgisi kuralı içeren Osmanlıca’yı kullanmalarından ötürü, aydınlar ile halkın dil bakımından birbirlerinden kopmuş olmaları, cumhuriyet öncesindeki dönemde de bazı aydınları rahatsız etmiş, Selanik’te çıkarılan (1911) Genç Kalemler dergisinde;Yeni Dil hareketi başlatılmış, ama dilde yabancı sözlüklerden yeterli bir arınma sağlanamamıştı. Türkçe’nin özleştirilerek yeni Türk abecesiyle dünyanın en zengin dillerinden biri haline getirilmesini amaç alan Atatürk, 12 Temmuz 1932’de, sonradan Türk Dil Kurumu adını alan Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdurarak, Türkçe’nin gerçek bir bilim, edebiyat ve sanat diline dönüşmesi çalışmalarını hızlandırdı.

Atatürk;Türk Tarihi içinde müstesna bir şahsiyettir. Kaybolmuş bir imparatorluğun özbe öz cevherinde milli şuuru uyandırarak yeni bir devlet kurmuş, yepyeni hüviyette millet yaratmıştır. Askerliği, devlet adamlığı, devrimciliği yanında düşünce bakımından da eşsiz bir fikir adamıdır. Devrinde, kültür ve fikir meseleleriyle sadece ilgilenmekle kalmamış, hemen her zaman bu faaliyetlerin içinde ve başında bulunmuştur. Milli Mücadelenin yeni Türk Devletinin  ve devrimlerinin ideolojisini aksettiren fikir ve düşüncelerinin yanı sıra kültürel ve sosyal konulardaki görüşleri de zamanın akışı içinde her kuşağa rehberlik edecektir. Gençler unutmamalıdır ki Türkiye bu fikirler, bu düşünceler üzerine kurulmuştur. Mesut ve kuvvetli  Türkiye ideali bu görüşlerin yaşamasına, yeşermesine ve kuşaktan kuşağa canlı bir meşale olarak devredilmesine bağlı bulunmaktadır. “4”

Dipnotlar:

1-E.Mütercimler –F19ikrimizin Rehberi. S.594

2-29 Ekim 1923 günlü A.A Bülteni

3-T.Özakman-Cumhuriyet.2.S.

4-Prof.Dr.Utkan Kocatürk-Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri.S,V.

Güven Tekirdağ Gazetesi’nin 53, 54 ve 55. Sayılarından alınmıştır.

TEKİRDAĞ CANLI HABER

reklam

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
reklam-->
reklam